Evet, Şubat bitti Martta bitti bitiyor.28 Şubat’ı arayacağımız günlerin yaklaştığına inanıyorum. Bu dikkat çektiğim sosyal gerçeklik mantıkla temellendirilemeyecek bir inanç boyutunda olan bir “Ben öyle düşünüyorum” durumu değildir.
28 Şubat Korkusu
Bunun böyle bir durum olmadığını her yaklaşan ay daha fazla bize hissettirecektir. Bu bir toplum mühendisliği olarak ulusal değil uluslararası yani çok uluslu bir planlama olacaktır. Micro boyutta 2023 yılına kadar planlandı makro boyutta ise 2024 yılına kadar yapılan bir planlamadır.
28 Şubat aslında istisna birkaç isim dışında ya da istisna birkaç toplumsal grup dışında toplumda ya da medyada lanse edilen bir zulüm olmadı. Bu sadece bir korku toplumu oluşturmak için yapılan bir toplum mühendisliğidir.
Neden, 1997 yılında 28 Şubat bir milat olarak kullanıldı ve neden “28 Şubat 1000 yıl sürecek!” kodlaması ve telkini yapıldı?28 Şubat’tan önce kamusal alanda başörtüsü serbest miydi? Yine 28 Şubat’tan önce kamusal alanda namaz kılmak yasak mıydı?
Neden bazı üniversitelerde yasak olan ve sert müdahaleler yapılırken bazı üniversiteler de denetim ve gözetim şeklinde 28 Şubat hissedildi?28 Şubat bir gözdağı korkusu vermedir.28 Şubatta gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek vardı inancı yaşama yasak değildi. İnönü Dönemi gibi inanca bir baskı yoktu. Bu ifade ile 28 Şubat ve yaşanılanları meşrulaştırmak için bu cümleleri kurmuyorum. İnsanlar tercih yapmak zorunda bırakıldı ya kamusal alanın kazanımları ya da inancınızın amel boyutunda yaşanması tercihi vardı. Elbette insanlar kamusal alan kazanımlarından vazgeçip izzetlerini çiğnetmeyebilirlerdi ama toplum yaklaşma – yaklaşma çatışması içinde tercihini doğru yapmadı. Tabii bu benim düşüncem…
Saflar Belli Olsun…
28 Şubat yakında yaşayacaklarımız ya da planlananlara göre biraz izzetli bir zulümdü. Bunun mantıksal temellendirilmesi yasaklayanlar Nebevi bir hayattan rahatsızdı. Kısacası saflar belliydi… Fakat önümüzdeki tehlikeli günler saflar belli olmayacak… Nebevi hayattan rahatsız olmayan; Nebevi yaşamı önceleyenlerden rahatsız olacak…
Adana’da yaşanılanlar bir kolluk görevlisinin bir eylemciye makul, meşru ve masum olmayan tepkisi asla kabullenilecek bir tepki değildir. Biz başörtüsü olmayan kolluk güçlerinin başörtülü kadınlara menfur müdahalelerine ekranlardan ya da sayfalardan çok şahit olduk. Lakin bu yaşanılan olayı sosyal gerçeklik olarak bir ilk kabul edebiliriz.
Ve bundan sonra periyodik aralıklarla şahit olacağız. Küresel iletişimciler Türkiye’de heterojen bir kutuplaşmanın artık toplumda karşılığı olmadığı için homojen çatışma üzerinden bir strateji geliştirdiler.
Zaman zaman politikacılar, bürokratlar ve medya hatta akademisyen ve ilahiyatçılar inancın hakikatini dile getirenlere karşı sürekli “Rahatımızı kaçırma” örtük mesajı ile konfor alanlarına yapılacak bir müdahale olarak görüp tepki verdiler… Kimi “Herkes diline sahip çıkacak!” dedi. Kimi “Her şeyin bir zamanı ve yeri vardır!” dedi. Kimi de “Bunlar Erdoğan’a zarar veriyor, toplumu kutuplaştırıyor! Hatta bunlar Fetocu olabilir” dediler ya da demek zorundaydılar.
Neden 2023 çünkü bu tarihte yapılması planlanan bir seçim var ve bu seçim sadece Erdoğan’ın politik hayatını değil Orta Asya-Orta Doğu ve de Balkanlar üçgeninin geleceğini belirleyen bir seçim olacak.
Erdoğan karşısında güçlü bir muhalefet ya da rakip olmadığı için küreselciler stratejilerini de muhalefet üzerinden Erdoğan’a karşı değil Erdoğan’dan yine Erdoğan’a karşı bir strateji ile planlama yapacak.
Erdoğan’ın bu seçimden çeyrek asır sonra ilk yenilgiyi tatması için iki mesnet noktası belirlediler. İlki sürekli Z Kuşağı olarak kodlanan gençler diğeri ise Erdoğan’a kırgın olsalar da sürekli politik tercihlerini Erdoğan lehine kullananlar…
Gençleri ve gençlerin etkisini ve küreselciler Z Kuşağı beklentisini bir başka yazımızda dile getirmek arzusu ile şimdi Erdoğan’a kırgın olmasına rağmen yine Erdoğan’ı tercih edecekler üzerine biraz analitik ve eleştirel düşünme yapalım.
Kim ne derse desin…
Kim ne derse desin… Din konusunda ya da inançların hakikatlerinin hatırlatılması konusunda en çok hedef alınanlar Din Kurumu değil Eğitim kuramları yani okullar ve öğretmen ya da okul idarecileri olmuştur. Bu bir rastlantı değildir…
Hatta Din İşleri Başkanlığı’na bağlı görevlilerin hedef alınmaması gerektiği küresel iletişimciler tarafında öncelikli olarak tavsiye edilmiştir. Sebep çünkü din görevlilerini hedef almak ancak toplumun dine olan ve din adamlarına olan desteği artırmaktadır.
Oysa okullar dinin değil bilimin merkez üssüdür. Din görevlilerinin hedef kitlesini etkileme oranı sanıldığı kadar yüksek değildir. Çünkü kemikleşmiş bir tutuma sahiptirler ve kolay kolay değiştirmezler lakin ergen olarak ifade edilen okul öğrencileri ise çabuk etlenme ve çabuk etkileme gücü yüksektir.
Her ne kadar imam hatip okullarının nicel olarak artması ile birlikte okullarda inanç etkili algısı oluşsa da bu bir toplumsal illüzyondur. Hatta daha önce okullarda inancın ifade edilmesine karşı çıkanlar heterojen farklı ideolojiye sahip öğretmen ya da idareciler olurken bugün karşı çıkanlar karşı karşıya kalanlar aynı inanca sahip öğretmen ve idarecilerdir.
Okullarda yapılan sahne etkinlikleri yani vizyon aslında yaşatılması gereken ve de yaşanılması gereken misyonu baskılamıştır. Öncelikli olan inancın misyon tarafı değil vizyon tarafı olmuştur.
Konuşması gerektiği zamanlarda susan politikacı ve bürokratlar susmaları gereken zamanlarda ise avazı çıktığı kadar inancının hakikatlerini ifade edenlere yani tebliğ yapanlara “Haddinizi bileceksiniz!” demektedirler.
Haddinizi bileceksiniz!
28 Şubat’ta “Haddinizi bileceksiniz!” diyenler acı vermezken; şimdi bizim mahallenin kütüğüne kayıtlı olanların “Haddini bileceksiniz!” deyince varın siz düşünün…
Çok yakında inancını ifade edenler Cumhuriyet savcılarına savunma verecekler… Müştekiler kim olacak… Kemalistler, Ulusalcılar ya da Ateistler değil…
Bizden oy alan vekiller olacak… Daha düne kadar sınıf arkadaşı olarak “Biz imam hatipliyiz!” diyenler olacak… Dün 28 Şubat korkusu ile öğrencilerini şikâyet eden idareciler vardı da bugün… Radikal İslamcı, diyerek şikâyet eden idareciler yok mu? Mehmet Akif’e ve Necip Fazıl’a meftun oldukları kadar Hasan el Bennalardan ve Şeyh Ahmet Yasinlerden rahatsız olan o kadar çok imam hatip mensubu var ki… O kadar…
Ümmetin suskunluğunu Rabbim sana şikâyet ediyorum” diyen yiğit Şeyh Ahmet Yasin’e selam olsun …
Rüya mı düş mü yoksa psikiyatrik bir psikoz mu bilemedim Milli Eğitim Bakanlığı’nın koridorlarında dolanan birileri özellikle imam hatip liselerinde okuyan kız öğrencilerin ailelerini ve öğretmenlerini şikâyet etmeleri için dilekçe örnekleri yazanlar görüyordum… Rabbim hayra tebdil eylesin…
Önümüzdeki günler balta, sap ve orman hikâyesi…
Ercan Harmancı
Eğitimci – Sosyolog